Mekruh nedir kısa ?

Ela

New member
Mekruh: Bir Tereddüdün Hikâyesi

Herkese merhaba! Bugün sizlere, belki de biraz daha derin düşünmenize neden olacak bir hikâye paylaşacağım. “Mekruh” kelimesi, kelime anlamıyla “hoş karşılanmayan” ya da “yapılması hoş görülmeyen” bir durumu ifade eder. Fakat bu kelimenin sadece dini ya da toplumsal bir anlam taşımanın ötesinde, içsel bir yolculuk ve kültürel bir anlayış da barındırdığına inanıyorum. Gelin, “mekruh”un anlamını daha geniş bir perspektiften ele alalım ve bunu bir hikâye ile birlikte keşfedelim. Bu hikâyede hem erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımını, hem de kadınların empatik tutumunu dengeli ve klişelerden uzak bir şekilde anlatacağım.

Bir Tereddüt Anı: Faruk ve Ayşe’nin Hikâyesi

Faruk, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, İstanbul’un kalabalık sokaklarında büyümüş genç bir adamdı. Genç yaşta iş hayatına atılmış, her zaman çözüm odaklı düşünmeye alışmıştı. Bir sabah, babasından kalan eski bir dükkânı açmak için büyük bir cesaretle işe koyuldu. Ayşe ise, Faruk’un yıllardır tanıdığı eski dostuydu. Ailesinin geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, her şeyin dengede olması gerektiğine inanan, duygusal zekâsı yüksek bir kadındı.

Faruk, dükkânında her şeyin mükemmel olması gerektiğini düşünüyordu. Elindeki her ürünü, müşterilerin en çok talep ettikleri şekilde yerleştiriyor, her kararını stratejik bir bakış açısıyla alıyordu. Ancak Ayşe, onun tam karşısında, her şeyin sadece strateji ve planlardan ibaret olmadığını, bazen küçük bir dokunuşun ya da müşteriyle kurulacak samimi bir ilişkinin büyük farklar yaratabileceğini biliyordu.

Bir gün Faruk, dükkânının önüne gelen bir müşteriye, aslında mekruh sayılabilecek bir hareket yaptı. Müşterisinin tartışmalı bir isteğini, ticari kazanç uğruna kabul etti. Ancak Ayşe, bu durumu gördüğünde hafifçe titredi. Onun gözünde, bu hareket, sadece bir ticaret kaygısı değildi; aslında o an, kişinin kendi içindeki dengeyi kaybetmesinin bir simgesiydi.

Mekruh Olan Nedir? Faruk’un Tereddüdü

“Mekruh” aslında sadece dine dayalı bir kavram değil, yaşamın her alanında ortaya çıkan bir sorudur: Yapmak istemediğin ama yapman gereken şey nedir? Faruk, müşterisine verdiği yanıtın bir yandan kazanç getireceğini biliyor, ama diğer yandan içindeki vicdanı ona başka bir şey söylüyordu. Faruk’un kafasında, ‘mekruh’ dediğimiz şeyin tarihsel ve toplumsal boyutları hızla şekillenmeye başladı.

Faruk, genç yaşta kazanç ve başarı peşinde koşarken, içinde bulunduğu toplumun normlarına da ayak uydurmayı hedeflemişti. Ancak Ayşe’nin bakış açısı, onu başka bir düşünceye sürükledi. O, toplumun değerlerinden beslenen, ama aynı zamanda duygusal ve etik yönü de güçlü bir insan olarak, Faruk’a her zaman doğruyu yapmanın, yalnızca fiziksel kazanç sağlamaktan daha önemli olduğunu hatırlatıyordu.

Ayşe’nin sözleri, Faruk’un zihninde yankılandı: “Bazen doğru yapmak, kazançtan daha önemli olabilir, ama bunun sonuçları seni her zaman tatmin etmeyebilir. Yine de vicdanın rahat kalır.”

Kadın ve Erkek Arasındaki Farklı Yaklaşımlar

Ayşe, çözüm odaklı değil, ilişkisel bir bakış açısına sahipti. O, insanların içsel dünyalarına saygı gösterir, başkalarının duygularını düşünerek hareket ederdi. Bu, onun toplumdaki yerini şekillendiriyor, insanlarla olan ilişkilerinde empatiyi ön planda tutmasına neden oluyordu. Faruk ise, daha çok erkeklerin tarihsel olarak benimsemiş olduğu çözüm odaklı yaklaşımın izlerini taşıyordu. O, her şeyin bir çözümü olduğu inancıyla hareket ediyordu, ama bazen duygusal anlamda yapılması gereken doğru seçimleri göz ardı edebiliyordu.

Faruk’un bakış açısının “mekruh” olanı geçiştirme eğiliminde olması, onun yaşadığı çevreyle olan ilişkisinin bir sonucu olarak öne çıkıyordu. Kadınların ise, toplumdan bağımsız olarak daha içsel bir dengeyi korumaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Ayşe, Faruk’a tarihsel bağlamda insanın içindeki ahlaki dengeyi, toplumsal normlarla değil, vicdanıyla bulması gerektiğini hatırlatıyordu.

Sonuç: “Mekruh”un Etkisi ve Toplumsal Yansımaları

Faruk, Ayşe’nin sözlerinden sonra bir süre dükkânında tek başına kaldı. Elinde bir sipariş kağıdı vardı. Onu özenle inceledi, ardından içindeki duygusal tereddüdü bir kenara bırakıp, kazancı düşünerek karar verdi. Ancak o an, içindeki “mekruh” hissettiği şeyin gerçekte ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı.

Mekruh, bazen bir şeyin yapılmaması gerektiğini hissettiren bir içsel sesken, bazen de toplumun bize dayattığı sınırlar içinde kalmanın bir yansıması olabilir. Toplumsal normlar, tarihsel değerler ve kişisel vicdan arasında sıkışan bireyler, “mekruh”u anlamakta ve karşılamakta zorlanabilirler. Faruk’un yaşadığı tereddüt, aslında herkesin içinde bir yerde yaşadığı bir soruyu hatırlatıyor: Gerçekten ne doğru, ne yanlış?

Peki, sizce "mekruh" bir insanın içsel dünyasında nasıl şekillenir? Bazen toplumsal normlar ve kişisel değerler birbirine zıt olduğunda, doğruyu yapmak için nasıl bir denge kurarız?