Onur
New member
Carroll’un Okulda Öğrenme Modeli: Küresel ve Yerel Perspektiflerden Bir Forum Tartışması
Selam sevgili forumdaşlar!
Bugün sizlerle uzun süredir üzerine düşündüğüm, ama her defasında farklı bir yönünü fark ettiğim bir konuyu paylaşmak istiyorum: Carroll’un okulda öğrenme modeli.
Öğrenmenin ne kadar “zaman” ve “fırsat” meselesi olduğunu vurgulayan bu model, eğitim sistemlerinin temel taşlarından biri. Fakat ben bu konuyu sadece teori olarak değil, kültürel, toplumsal ve bireysel yönleriyle ele almak istiyorum.
Carroll’un modeli Amerika’da ortaya çıktı ama sizce bu yaklaşım Türkiye’de, Japonya’da, Finlandiya’da ya da Nijerya’da aynı şekilde işler mi?
Gel, birlikte hem küresel hem de yerel perspektiflerden bakalım; erkeklerin ve kadınların bu modele nasıl farklı anlamlar yüklediğini konuşalım.
---
1. Carroll’un Modeline Kısa Bir Bakış
John B. Carroll’un 1963’te ortaya koyduğu Okulda Öğrenme Modeli (Model of School Learning), öğrenmenin bir “zaman denklemi” olduğunu söyler.
Yani bir öğrenci bir konuyu öğrenemiyorsa, bu genellikle onun “öğrenme kapasitesi”nden çok, öğrenmeye ayırdığı zaman ve kendisine tanınan fırsat süresiyle ilgilidir.
Carroll bu modeli beş ana değişken üzerine kurar:
1. Öğrenmeye ayrılan zaman
2. Öğrenme fırsatı (öğrenciye tanınan süre)
3. Öğrencinin öğrenme yeteneği
4. Öğretim kalitesi
5. Öğrencinin öğretime gösterdiği sebat (motivasyon ve ilgi)
Kısaca özetlersek, Carroll der ki:
> “Eğer tüm öğrencilere yeterli zaman, kaliteli öğretim ve destek verilirse, çoğu öğrenci başarıya ulaşabilir.”
Bu fikir bugün kulağa çok mantıklı geliyor ama o dönem için devrim niteliğindeydi. Çünkü “herkes aynı hızda öğrenir” varsayımını yıkmıştı.
---
2. Küresel Perspektiften Carroll’un Modeli
Carroll’un modeli Batı merkezli bir eğitim sisteminin ürünü. Yani bireyselliğe, ölçülebilirliğe ve akademik başarıya vurgu yapıyor.
ABD’de bu model, öğrenme çıktıları ve öğrenci performans ölçütleri açısından oldukça etkili oldu.
Ancak farklı kültürlerde bu yaklaşımın anlamı değişiyor.
Örneğin, Finlandiya’da eğitim sistemi Carroll’un modeline benzer bir şekilde “zaman ve fırsat eşitliği” prensibiyle çalışıyor.
Öğrenciler yarışa değil, öğrenme sürecine odaklanıyor. Bu yüzden Carroll’un “her öğrenci öğrenebilir” düşüncesi burada karşılık bulmuş durumda.
Ama Japonya’ya baktığımızda durum farklı: Orada kolektif başarı, bireysel öğrenmeden daha önemli.
Yani Carroll’un “bireysel öğrenme süresi” fikri, toplumsal dayanışma anlayışıyla birleşerek başka bir biçim alıyor.
Japon öğretmenler, sınıfta geride kalan öğrenciyi beklerken aynı zamanda grubun bütünlüğünü korumaya çalışıyor.
Afrika ülkeleri veya Güney Asya toplumları gibi kaynakları sınırlı bölgelerde ise Carroll’un modeli daha zor uygulanıyor.
Çünkü model “öğretim kalitesi” ve “öğrenme fırsatı” gibi değişkenleri eğitim sisteminin sağlam işlemesine bağlıyor.
Oysa bu ülkelerde temel sorun hâlâ okul erişimi ve öğretmen yetersizliği.
Dolayısıyla Carroll’un modeli küresel düzeyde evrensel bir fikir sunsa da, uygulamada kültür ve ekonomik koşullar tarafından şekilleniyor.
---
3. Yerel Perspektif: Türkiye’de Carroll’un Modeli
Türkiye açısından bakıldığında Carroll’un modeli oldukça tanıdık ama aynı zamanda problemli bir alanı da işaret ediyor.
Bizde “herkes aynı hızda öğrenmek zorunda” anlayışı hâlâ güçlü.
Sınıfta öğretmen konuyu anlatır, zamanı biter, sınav yapılır ve başarı “ortalama”ya göre ölçülür.
Carroll’un modeli bu anlayışa bir alternatif sunuyor:
> “Öğrencinin öğrenme süresini değil, öğrenme düzeyini standardize et.”
Yani her öğrenciye aynı süre değil, ihtiyacı kadar zaman tanı.
Ancak bizim eğitim sistemimizde bu pek mümkün olmuyor; çünkü sınıf mevcudu kalabalık, müfredat yoğun ve sınav baskısı büyük.
Yine de bazı yerel uygulamalar bu modele yakın:
- Bireyselleştirilmiş Eğitim Programları (BEP)
- Tam öğrenme modeli
- Etkin geri bildirim ve destek kursları
Bu tür uygulamalar, Carroll’un “herkes öğrenebilir ama zaman farklıdır” görüşüne kısmen hayat veriyor.
Yani Türkiye’de Carroll’un modeli, teoride güçlü, pratikte zorlayıcı bir gerçeklik taşıyor.
---
4. Erkek ve Kadın Perspektiflerinden Carroll’un Modeli
Forumda eğitim konularını tartışırken fark ettiğim bir şey var:
Erkek kullanıcılar genelde pratik sonuçlar, ölçülebilir başarı ve performans göstergeleri üzerinden konuşuyor.
Kadın kullanıcılar ise daha çok duygusal bağ, ilişkisel öğrenme ve kültürel bağlam üzerinde duruyor.
Bu fark Carroll’un modelinde de kendini gösteriyor.
Erkekler şöyle düşünebiliyor:
> “Model çok mantıklı; eğer her öğrenciye yeterli zaman verirsen, performans artar. Sorun sistematik.”
Bu yaklaşımda modelin rasyonel yapısı öne çıkıyor.
Veri, süre, ölçüm, performans… Tümü somut bir çerçeveye oturuyor.
Kadınlar ise genellikle şunu söylüyor:
> “Zaman ve fırsat sadece teknik değil, duygusal bir mesele. Öğrencinin çevresi, aile desteği, kültürel beklentiler de önemli.”
Yani kadınların yaklaşımında modelin “insan yönü” ön plana çıkıyor.
Bir çocuğun öğrenme süresi yalnızca onun kapasitesiyle değil, evde gördüğü destek, okulun atmosferi ve öğretmenin şefkatiyle de bağlantılı.
Bu da Carroll’un modelini “soğuk bir matematiksel denklem” olmaktan çıkarıp yaşayan bir sosyal sistem haline getiriyor.
---
5. Kültürel Yorumlar: Öğrenme Bir Değer midir, Zaman Yönetimi mi?
Bu noktada kültür devreye giriyor.
Batı’da öğrenme bir “bireysel başarı” göstergesi iken, Doğu’da çoğu zaman “ailenin, toplumun onuru” ile ilişkilendiriliyor.
Bu fark Carroll’un modelinin nasıl yorumlandığını değiştiriyor.
Mesela ABD’de “öğrenmeye daha fazla zaman tanımak” bireyin hakkı olarak görülür.
Oysa Türkiye’de veya Japonya’da bu bazen “tembellik” ya da “geri kalmışlık” olarak algılanabilir.
Yani Carroll’un modelinin özü evrensel olsa da, anlamı kültüre göre değişir.
---
6. Forum Tartışmasını Açalım: Sizce Hangisi Daha Etkili?
Şimdi top sizde, sevgili forumdaşlar:
- Sizce Carroll’un modeli gibi bireysel öğrenme temelli yaklaşımlar kültürel çeşitliliğe uyum sağlayabilir mi?
- Erkeklerin pratik, kadınların duygusal yönelimleri eğitimde birbirini tamamlıyor mu?
- Türkiye’de “herkes öğrenebilir” fikrini gerçek anlamda hayata geçirmek mümkün mü?
Kendi deneyimlerinizi, gözlemlerinizi paylaşın.
Belki siz öğretmensiniz, belki bir öğrencisiniz ya da çocuğunuzun eğitim sürecinde bu farkları gözlemliyorsunuzdur.
Carroll’un modeli yalnızca bir teori değil, aslında hepimizin hayatının içinde duran bir soru:
> “Bir insan öğrenemediğinde sorun onda mı, sistemde mi?”
---
Son Söz
Carroll’un okulda öğrenme modeli, dünyaya öğrenmenin “eşit fırsatlarla” mümkün olabileceğini hatırlatıyor.
Ama bu modelin başarısı, sadece süre tanımakla değil; kültürel, duygusal ve toplumsal farkları anlamakla mümkün.
Belki de gerçek “tam öğrenme”, bir sınıfın değil, bir toplumun birbirini bekleyebilmesinde saklıdır.
Selam sevgili forumdaşlar!

Bugün sizlerle uzun süredir üzerine düşündüğüm, ama her defasında farklı bir yönünü fark ettiğim bir konuyu paylaşmak istiyorum: Carroll’un okulda öğrenme modeli.
Öğrenmenin ne kadar “zaman” ve “fırsat” meselesi olduğunu vurgulayan bu model, eğitim sistemlerinin temel taşlarından biri. Fakat ben bu konuyu sadece teori olarak değil, kültürel, toplumsal ve bireysel yönleriyle ele almak istiyorum.
Carroll’un modeli Amerika’da ortaya çıktı ama sizce bu yaklaşım Türkiye’de, Japonya’da, Finlandiya’da ya da Nijerya’da aynı şekilde işler mi?
Gel, birlikte hem küresel hem de yerel perspektiflerden bakalım; erkeklerin ve kadınların bu modele nasıl farklı anlamlar yüklediğini konuşalım.
---
1. Carroll’un Modeline Kısa Bir Bakış
John B. Carroll’un 1963’te ortaya koyduğu Okulda Öğrenme Modeli (Model of School Learning), öğrenmenin bir “zaman denklemi” olduğunu söyler.
Yani bir öğrenci bir konuyu öğrenemiyorsa, bu genellikle onun “öğrenme kapasitesi”nden çok, öğrenmeye ayırdığı zaman ve kendisine tanınan fırsat süresiyle ilgilidir.
Carroll bu modeli beş ana değişken üzerine kurar:
1. Öğrenmeye ayrılan zaman
2. Öğrenme fırsatı (öğrenciye tanınan süre)
3. Öğrencinin öğrenme yeteneği
4. Öğretim kalitesi
5. Öğrencinin öğretime gösterdiği sebat (motivasyon ve ilgi)
Kısaca özetlersek, Carroll der ki:
> “Eğer tüm öğrencilere yeterli zaman, kaliteli öğretim ve destek verilirse, çoğu öğrenci başarıya ulaşabilir.”
Bu fikir bugün kulağa çok mantıklı geliyor ama o dönem için devrim niteliğindeydi. Çünkü “herkes aynı hızda öğrenir” varsayımını yıkmıştı.
---
2. Küresel Perspektiften Carroll’un Modeli
Carroll’un modeli Batı merkezli bir eğitim sisteminin ürünü. Yani bireyselliğe, ölçülebilirliğe ve akademik başarıya vurgu yapıyor.
ABD’de bu model, öğrenme çıktıları ve öğrenci performans ölçütleri açısından oldukça etkili oldu.
Ancak farklı kültürlerde bu yaklaşımın anlamı değişiyor.
Örneğin, Finlandiya’da eğitim sistemi Carroll’un modeline benzer bir şekilde “zaman ve fırsat eşitliği” prensibiyle çalışıyor.
Öğrenciler yarışa değil, öğrenme sürecine odaklanıyor. Bu yüzden Carroll’un “her öğrenci öğrenebilir” düşüncesi burada karşılık bulmuş durumda.
Ama Japonya’ya baktığımızda durum farklı: Orada kolektif başarı, bireysel öğrenmeden daha önemli.
Yani Carroll’un “bireysel öğrenme süresi” fikri, toplumsal dayanışma anlayışıyla birleşerek başka bir biçim alıyor.
Japon öğretmenler, sınıfta geride kalan öğrenciyi beklerken aynı zamanda grubun bütünlüğünü korumaya çalışıyor.
Afrika ülkeleri veya Güney Asya toplumları gibi kaynakları sınırlı bölgelerde ise Carroll’un modeli daha zor uygulanıyor.
Çünkü model “öğretim kalitesi” ve “öğrenme fırsatı” gibi değişkenleri eğitim sisteminin sağlam işlemesine bağlıyor.
Oysa bu ülkelerde temel sorun hâlâ okul erişimi ve öğretmen yetersizliği.
Dolayısıyla Carroll’un modeli küresel düzeyde evrensel bir fikir sunsa da, uygulamada kültür ve ekonomik koşullar tarafından şekilleniyor.
---
3. Yerel Perspektif: Türkiye’de Carroll’un Modeli
Türkiye açısından bakıldığında Carroll’un modeli oldukça tanıdık ama aynı zamanda problemli bir alanı da işaret ediyor.
Bizde “herkes aynı hızda öğrenmek zorunda” anlayışı hâlâ güçlü.
Sınıfta öğretmen konuyu anlatır, zamanı biter, sınav yapılır ve başarı “ortalama”ya göre ölçülür.
Carroll’un modeli bu anlayışa bir alternatif sunuyor:
> “Öğrencinin öğrenme süresini değil, öğrenme düzeyini standardize et.”
Yani her öğrenciye aynı süre değil, ihtiyacı kadar zaman tanı.
Ancak bizim eğitim sistemimizde bu pek mümkün olmuyor; çünkü sınıf mevcudu kalabalık, müfredat yoğun ve sınav baskısı büyük.
Yine de bazı yerel uygulamalar bu modele yakın:
- Bireyselleştirilmiş Eğitim Programları (BEP)
- Tam öğrenme modeli
- Etkin geri bildirim ve destek kursları
Bu tür uygulamalar, Carroll’un “herkes öğrenebilir ama zaman farklıdır” görüşüne kısmen hayat veriyor.
Yani Türkiye’de Carroll’un modeli, teoride güçlü, pratikte zorlayıcı bir gerçeklik taşıyor.
---
4. Erkek ve Kadın Perspektiflerinden Carroll’un Modeli
Forumda eğitim konularını tartışırken fark ettiğim bir şey var:
Erkek kullanıcılar genelde pratik sonuçlar, ölçülebilir başarı ve performans göstergeleri üzerinden konuşuyor.
Kadın kullanıcılar ise daha çok duygusal bağ, ilişkisel öğrenme ve kültürel bağlam üzerinde duruyor.
Bu fark Carroll’un modelinde de kendini gösteriyor.
Erkekler şöyle düşünebiliyor:
> “Model çok mantıklı; eğer her öğrenciye yeterli zaman verirsen, performans artar. Sorun sistematik.”
Bu yaklaşımda modelin rasyonel yapısı öne çıkıyor.
Veri, süre, ölçüm, performans… Tümü somut bir çerçeveye oturuyor.
Kadınlar ise genellikle şunu söylüyor:
> “Zaman ve fırsat sadece teknik değil, duygusal bir mesele. Öğrencinin çevresi, aile desteği, kültürel beklentiler de önemli.”
Yani kadınların yaklaşımında modelin “insan yönü” ön plana çıkıyor.
Bir çocuğun öğrenme süresi yalnızca onun kapasitesiyle değil, evde gördüğü destek, okulun atmosferi ve öğretmenin şefkatiyle de bağlantılı.
Bu da Carroll’un modelini “soğuk bir matematiksel denklem” olmaktan çıkarıp yaşayan bir sosyal sistem haline getiriyor.
---
5. Kültürel Yorumlar: Öğrenme Bir Değer midir, Zaman Yönetimi mi?
Bu noktada kültür devreye giriyor.
Batı’da öğrenme bir “bireysel başarı” göstergesi iken, Doğu’da çoğu zaman “ailenin, toplumun onuru” ile ilişkilendiriliyor.
Bu fark Carroll’un modelinin nasıl yorumlandığını değiştiriyor.
Mesela ABD’de “öğrenmeye daha fazla zaman tanımak” bireyin hakkı olarak görülür.
Oysa Türkiye’de veya Japonya’da bu bazen “tembellik” ya da “geri kalmışlık” olarak algılanabilir.
Yani Carroll’un modelinin özü evrensel olsa da, anlamı kültüre göre değişir.
---
6. Forum Tartışmasını Açalım: Sizce Hangisi Daha Etkili?
Şimdi top sizde, sevgili forumdaşlar:
- Sizce Carroll’un modeli gibi bireysel öğrenme temelli yaklaşımlar kültürel çeşitliliğe uyum sağlayabilir mi?
- Erkeklerin pratik, kadınların duygusal yönelimleri eğitimde birbirini tamamlıyor mu?
- Türkiye’de “herkes öğrenebilir” fikrini gerçek anlamda hayata geçirmek mümkün mü?
Kendi deneyimlerinizi, gözlemlerinizi paylaşın.
Belki siz öğretmensiniz, belki bir öğrencisiniz ya da çocuğunuzun eğitim sürecinde bu farkları gözlemliyorsunuzdur.
Carroll’un modeli yalnızca bir teori değil, aslında hepimizin hayatının içinde duran bir soru:
> “Bir insan öğrenemediğinde sorun onda mı, sistemde mi?”
---
Son Söz
Carroll’un okulda öğrenme modeli, dünyaya öğrenmenin “eşit fırsatlarla” mümkün olabileceğini hatırlatıyor.
Ama bu modelin başarısı, sadece süre tanımakla değil; kültürel, duygusal ve toplumsal farkları anlamakla mümkün.
Belki de gerçek “tam öğrenme”, bir sınıfın değil, bir toplumun birbirini bekleyebilmesinde saklıdır.